KANGREN...
Levent Sarsıncı

Türkiye koşullarında siyaset yapmak hiç kolay değil. Çünkü siyasetin çarkları hasar görmüş. İşlemez hale gelmiş. Zamanında hasbelkader belli makamlara, mevkilere gelenlerde sistemin işlememesinden kendini yenilememesinden oldukça memnun görünüyorlar.
Böylece ölene kadar o koltukları işgal edebilme imkanı buluyorlar…

Şöyle bir düşünelim. CHP 80’den itibaren tek başına hiç iktidar olamadı. Ülkemiz hep koalisyonlarla yönetilmek durumunda kaldı. Bu durum sistemi ve karar alma süreçlerini yavaşlatsa da aslında demokrasi açısından oldukça faydalı bir durum. Çünkü denge, denetim, ortak akıl, farklı bakış açıları, farklı dinamikler hep sürecin içerisinde olmak durumunda. Sistem yavaş işlese de, kararlar biraz gecikse de uzun vadede toplum bundan fayda elde ediyor. Demokratik kazanımlar biraz daha artıyor. 18 yıllık AKP iktidarı hepimize tek bir şey öğretti. Devlet iradesi asla bir tek kişinin yönetimi haline getirilmemeli. Her şeyi ben yöneteyim, her şey benim, ben olmazsam ülkeye ve millete faturası çok ağır oluyor... Devlet işleyişi denetlenemiyor. Denge diye bir şeyden söz edilemiyor. Hukuk bağımsız kalamıyor. Doğrudan korku hâkimiyeti oluşuyor. Böylece hukukun değil güçlü olanın üstünlüğü hakim oluyor.

Bugün yaşanmakta olan gidişatın döndürülmesi, düzeltilmesi imkansız bir aşamaya gelmeden güçlü ve geniş bir ittifakın oluşturulmasına ihtiyaç var. Aksi takdirde; yarın kim iktidar olursa olsun uçurumdan dönülmesi imkansız hale gelecektir.

Beğeniriz beğenmeyiz ancak bu konuda Kemal Kılıçdaroğlu’nun çabaları oldukça değerli. Bugün İyi Parti’yle kendisini milliyetçi olarak ifade eden seçmeni sıcak tutmayı başarıyor. Refah Partisi’yle yürüttüğü dayanışma ile muhafazakâr seçmenin bakış açısını yumuşatıyor. Dolaylı da olsa, zorunluluktan da olsa HDP seçmeninin önemli bir kısmının desteğini alabiliyor. Bir anlamda AKP iktidarının hareket alanını kuşatıp daraltıyor.

Partinin en tepesinde böyle bir gayret yaşanırken, bir altında bulunan yapı nelerle uğraşıyor bilmek ister misiniz?

Gruplar, ekipler kurma derdindeki genel başkan yardımcıları, parti sözcüleri ya da partinin karar merciindeki diğer gölgeler. Bunlarda partinin üst yapısını dizayn etmek için hep pusuda yeni oyunlar kurma derdindeler.

Bu ekip ya da gruplar bir taraftan da kendi emellerine ulaşmak için kendilerine rakip olabilecek, risk teşkil edebilecek kişilerin kuyusunu kazıp, partiden uzaklaştırıyorlar.
Bir yandan da kendilerine sorgusuz sualsiz itaat ve hizmet edecek adamlar bulup, onları tabandan başlayarak en yukarıya kadar iyileştirilemez bir örgüye dönüştürüyorlar.

Bu örgünün amacı partiyi büyütmek, yeni kesim ve kitlelerle buluşturmak değil, sadece kendi planlarına hizmet etmesi. Bu örgü içerisine alınacak kimseler önce belirleniyor, sonra üye yapılıyor, arkasından ilçe yönetim kademelerine seçtiriliyor. Sonra tepedeki bağlı oldukları grup tarafından yerel seçimlerde belediye meclis üye listelerinde hatırı sayılır sıralara yerleştirilerek meclis üyesi yapılıyorlar. Her türlü vaat ve taahhüt'e evet diyebilen bir karakter de merkezden kendilerinin yöneteceği belediyelere başkan adayı olarak gönderilip partili seçmene sadece onaylatılıyor.

Bu gruplar, kendilerine hizmet edecek ilçe başkanlarını seçtiriyorlar. İl başkanlarını seçtiriyorlar. İl, ilçe belediye başkanlarıyla ilgili planlar ve pazarlıklar yapıyorlar.
Tüm bu gayretlerin partili seçmene ve herhangi bir vatandaşa hiçbir katkısı yok.
Tüm bu yapılanların tek bir amacı var. Parti içerisinde daha güçlü ve belirleyici olmak. Mümkünse günün birinde partiye genel başkan olmak!..

Peki sonra ne oluyor?

Parti tabanda köreliyor. Küçülüyor. Tüm enerjisini kısır çekişmelerde tüketiyor.
Bu yapılar bırakın partiye yeni birilerini getirmeyi, kazandırmayı, partinin kapısını birisi çalacak, yeni birileri gelecek diye ödleri kopuyor.

İşin özeti; aşağıda işler hiç sağlıklı değil.
Bu koşullarda partiyle bağ kurmak, bu bağı güçlendirmek, bir biçimde tutunmak öylesine zor ki. CHP’yi tabanda yeni kitlelerle buluşturmak hiç mümkün görünmüyor...

Genç kuşaklar, ülkemizdeki hiçbir partiyi zaten beğenmiyorlar.

Bugün hala bir kısmının CHP’ye oy veriyor olmasının nedeni; siyasete ilgi duymamaları, aileleri kime oy veriyorsa düşünmeksizin ezbere aynı yere oy veriyor olmasından. Bir kısmı da 18 Yıllık AKP iktidarının son bulması için mecburiyetten gidip CHP’ye oy veriyorlar.
CHP açısından yarına dair bu seçmenin garantisi yok.
Bu durumun sebebi de bu gençler değil, tüm sempatisini ve inandırıcılığını kaybetmiş,
hiç bir cazibesi kalmamış parti içerisindeki örgütlenme biçimidir.

Bu sorun tam bir kangrene dönüşmüş durumda. Bu koşullar daha fazla geciktirilirse iktidar olmak sadece bir hayal olabilir.

Şu an dünyada ki neredeyse tüm siyasiler, benzer bir hastalık içerisindeler. Söylenenlerle, vaat edilenlerle, icraatla 180 derece birbirine zıt.

Bazıları çıkıp neden sadece CHP’yi eleştiriyorsun diyecektir. Biliyorum.

AKP sütten çıkmış ak kaşık mı? Hiç mi eleştirilecek bir yanı yok? diyeceklerdir.

Cevabı çok basit. Ben hiç AKP’ye yada bir sağ partiye oy vermedim ki…

Kuşaklar boyu hep sol dünya görüşüne sahiptim.
Ailemiz; kuşaklar boyu hep sol partilere, daha çok da CHP’ye oy verdiler.
Güvenip oy vermediğim bir partiyi konuşmak, eleştirmek yerine, seçimlerde oy verdiğim
ancak hep hayal kırıklıklarına uğratıldığım partimin sorunlu, sıkıntılı yanlarını, eksiklerini, yanlışlarını teşhis etmeyi daha doğru buluyorum.

Önemli olan bu tavır ve yaklaşımla AKP’ye oy veren seçmenin,
AKP’nin neden olduğu sorunları, sıkıntıları görmesini eleştirmesini sağlamak.
Bunun için CHP’nin, onlar için de umut olmasına katkıda bulunmayı önemsiyorum.

Sus, konuşma, görme, gösterme, eleştirme, yazma, bilme, bildirme…
Partiden, particilikten anlanan şey bu olmuş.

Ben sadece tüm bu olumsuz koşullar altında hayatımızı doğrudan etkileyen
siyasi icraatları tespit etmeye, sonuçlarını sizlerle de paylaşmaya çalışıyorum…

Sevgi ve Saygılarımla



Sayfa Adresi: http://www.menemeninsesi.com.tr/yazar/KANGREN-/1340