DERS ALMAK !..
Levent Sarsıncı

Merhaba,
Bu hafta üst üste can sıkıcı gündemler arasında savrulup durduk.
Ama bu hafta ailesi açısından baktığımdan beni en çok üzen konu Menemen Belediye Başkanımız Serdar Aksoy’un yaşadıkları oldu. Serdar Aksoy ile geçmişe dayalı bir hukukumuz ve dostluğumuz vardı. Ailesini çocuklarını yakından tanıyorum. İyi insanlardır.

Oysa yaşanmakta olan bu durum bağıra bağıra geldi.
Kendisinin iyiliği için defalarca uygun dille yazarak uyardım.
Tüm sokak konuşuyor, yerel ve bölgesel basın yazıyor, tartışıyor, pek çok belge dolaşıyor.
Ciddi sorunlar bunlar dedim dedim ama dinletemedim.
 
Ama Serdar Aksoy ne yaptı!..

Tüm bu uyarıları kendi egosuna göre yorumladı ya da etrafındakilerin dolduruşuna gelerek uyarılarımdan gitti benimle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Geçen hafta başında savcılık yapılan bu şikayetle ilgili takipsizlik kararı verdi ve
tebligat bana ulaştı. İki gün sonra da Serdar Aksoy olayı patlak verdi.

Bu olayın pek çok duygusal açısı var. Ailesi, eşi, çocukları, kendisini gerçekten sevenler.
Tabii bir de bu duruma ellerini ovuşturarak sevinenler var.
Ayrıca
ilk günden itibaren sokakta kayyum mu atanacak yoksa yerine meclisten birisimi seçilecek sohbetleri var.
Duyumlarıma göre bir yandan da kulis yapan meclis üyesi grupları olduğu konuşuluyor. Umarım Serdar Aksoy için hayırlısı neyse o olur.

Tabii bir de şu Çakıcı meselesi var. Hadi Çakıcı bilinen kişi.
Peki Sayın Devlet Bahçeli’ye ne oluyor? Sayın Cumhurbaşkanımız, Adalet Bakanımız neden susuyor? Sayın Kılıçdaroğlu’na atfen yazılanlar normal, sıradan şeyler mi?
Peki Çakıcı bu hakaretleri, tehditleri sizin için yapsaydı yine bu tavrı gösterir miydiniz?
Tabii ki hayır.
Hiçbir karşı düşünceye tahammülü olmayanların böyle bir durumda neler yapabileceklerini hayal etmek hiç zor değil!.. Bu Çakıcı konusunu Erhan Özalp bu haftaki yazısında gayet güzel örneklemiş. Oradan okursunuz. Bu iltifat ettiğiniz kişi geçmişte sizlere de saydırmıştı.

Bu durumla ilgili bir arkadaşımın bana anlattığı bir anısını paylaşmak istiyorum.

Epeyce zaman önceydi. Yanlış hatırlamıyorsam 1987 ya da 88 olabilir.
O tarihlerde hepimiz epeyce gençtik. Heyecanlıydık. Maçları ve macerayı seviyorduk.
Bu maceralar sırasında zaman zaman dozunu da kaçabiliyordu.
Bu anıyı anlatan arkadaşım Karşıyakalı ve fanatik bir Karşıyaka taraftarıydı.
Anlattığı olay da 80’lerde geçiyor. Karşıyaka Göztepe maçlarının zirve yaptığı dönemler.

Arkadaşım taraftarlığını şöyle anlatıyor.
Biz küçüktük. Hep Karşıyaka çarşının iskele girişindeki bankalar önünde (hergele meydanı) toplanan abilerimiz vardı. Onlar KSK’nin tescilli fanatik taraftarlarıydı. Hep rakiplerine neler yaptıklarını anlatırlardı. Biz de çaktırmadan sokulur onları dinlerdik. Bir yönüyle de özenir ve bir gün onlarla birlikte bir başka takım taraftarıyla kavga etmeyi hayal ederdik.
Ama onların grubuna girmek için önce onların dikkatini çekecek, takdirini kazanacak bir şeyler yapmam gerekecekti. Çünkü kendileri dışında hiç kimse yokmuş gibiydiler.
Dikkatlerini çekmeye karar verdim. Bir gün Alsancak Stadı’nda Karşıyaka’nın maçına gittim.
O abilerin hemen yanına yakın bir yere oturdum. Aslında hiç oturmadık. Çünkü onlar daha maç başlamadan gök gürültüsü gibi bağıra çağıra stada geldiler. Her tarafından taraftarlık akıyordu. Bizim taraftarlar onları alkışlıyorlardı. Polisler rakip takım taraftarlarını uzak tutarak tribüne aldı. Karşı takımda da bizim kadar olmasa da fanatik taraftarlar vardı.
Onlar da bu raconu biliyorlardı. Onlarda ağzına geleni söylüyorlardı.
Gerçekten çok heyecanlıydı. Ama biz Karşıyakalıydık ve biz her zaman daha güçlüydük!..

O zamanlar öyle düşünüyordum. Maç başladı. Hiçbirimiz maçı izlemiyorduk.
Karşı tribünden girerken sürtüştüğümüz grupla küfürleşiyorduk. Tehditleşiyorduk.
Gerçekten acayip bir duyguydu. Ben daha fazla bağırıyordum, çünkü bu bir fırsattı ve
kendimi göstermem gerekiyordu. Maç ne oldu bilmiyorum. Zaten kimsede bilmiyordu.
Çünkü biz maç seyretmek için değil, birilerini benzetmek sonrada gidip bunu çarşı girişinde yüksek sesle ve kahkahalarla anlatmanın hayalini kuruyordum.
Maçtan sonra görürsün diye bağırıyorduk. Ben yanlarında kendimi parçalarcasına bağırmama rağmen beni fark etmediler bile.
Dikkatlerini çekmek için başka bir şey yapmam gerekiyordu. Tamam. Ne yapacağıma karar vermiştim. Maç biter bitmez karşı tribündeki küfürleştiğimiz grubu kovalayıp bir tanesini de döversem o zaman beni fark edecekler ve gruba alacaklar diye düşündüm.

Düşündüğüm gibi de yaptım. Maç bitmeden çıktım. Karşı tribün çıkış kapısına yakın bir yerde beklemeye başladım. Maç bitti insanlar çıkmaya başladı. Bir taraftan da gözüm bizim abilerdeydi. Onlarla birlikte ama önde ben olmak koşuluyla o küfürleştiğimiz rakip taraftarını benzetecektik. Ondan sonrası kolaydı.
Baktım bizimkiler hep birlikte bağıra çağıra, el kol hareketleri çekerek, uzaktan uzağa tehditler savurarak merdivenlerden iniyorlardı. E artık beni de görebiliyorlardı. Ailesiyle maça gelen sıradan taraftarlar tedirginlerdi. Kıyıdan kıyıdan yürüyorlardı.
Bir kavganın ortasında kalmaktan, kim vurduya gitmekten çekiniyorlardı.
Gözümüze kestirdiğimiz kişiler kapıdan çıkar çıkmaz fırladılar. Belli ki bu durumlar için epeyce deneyimlilerdi.

Bende bizimkilerin gözüne girmek için peşlerinden bizimkilerin jargonunda tehditler, küfürler ederek koşmaya başladım. Bir yandan da gözüm bizimkilerdeydi. Onlarda hep birlikte o bildiğimiz küfür ve tehditlerle koşuyorlardı. Ama belli ki bu işi o kadar çok yapmışlardı ki benim kadar heyecan duymuyorlardı. Önümde koşan 2 kişi, peşlerinde ben, benim arkamdan da sekiz on kişilik bizimkiler. Sonra o iki kişi ayrıldı ve farklı sokaklara daldılar.
Ben gözüme birini kestirdim ve onun peşine düştüm. Bizimkilerde benimle aynı kişinin peşine düştüler. Adam iyi koşuyordu. Postu kurtarmanın derdindeydi.

Artık bizimkiler de beni görmüşlerdi. Neredeyse adamı birlikte kovalıyorduk. Adam birden kayboldu. Alsancak stadının çevresindeki sanayinin orada öyle labirent sokaklar var ki bilen bile kaybolabilir. Öyle kala kaldım. Bizimkilerde geldiler. Adam birden kayboldu dedim. Gruptan birisi hadi ya. Peki karşımızda duran kim? Ben sizdenim dedim.
Ben de Karşıyaka taraftarıyım dedim. Ama sanırım inanmadılar. Birisi tabi tabi dedi ve önce bana bir kafa attı. Sersemledim ve yere düştüm. Montumu çıkarabilseydim içimde formam vardı belki inanırlardı diye düşündüm. Ben yere düştüğümde hep birlikte beni en az yarım saat yerde tekmelediler, ağızlarına geleni söylediler… Ağzım burnum, kaburgalarım dağıldı. Artık et yığınına dönmüştüm.
Sonra birisi artık yeter bunu ömrünün sonuna kadar unutmaz dedi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi yine bağra çağıra basıp gittiler. Sonra gözümü hastanede açtım.
Yüzüm gözüm parçalanmış, iç kanama geçirmişim. İrili ufaklı pek çok kırık oluşmuş. Her tarafım sargı, alçı.

O gün maçtan da, taraftar olmaktan da tiksindim. Az kalsın o kafadan biri olacaktım.
Kim bilir düşüncesizce, ruhsuzca kimin canını yakacaktım.
İyi ki o dayağı yedim ve bu hikâye başlamadan bitti.
Sonra o çarşı başında (hergele meydanı) o grubu hep gördüm. Beni tanımadılar bile.
Sorsam belki o gün olanları bile hatırlamayacaklardı.
Çünkü onların bütün derdi şiddete liderlik yapmak ve dikkat çekmekti.
Gerçekten ne düşündüklerini merak ediyorum. Nasıl bir ruh hali, nasıl bir duygu hali, nasıl bir vicdan hali bilmiyorum. Benim anlattıklarım benim açımdan görünenler.
Ve sonrasında hissettiklerim. Belki de bilmediğimiz bir iç dünyaları vardır.

Ama tehlikeli olan gençler bu şiddete özeniyorlar. Artık çok sevdiğim KSK’nin maçlarına gitmiyorum. Aslında futbolu çok sevmeme rağmen hiçbir maça gitmiyorum. Korkuyorum. Biraz da bu tür adamları görmek istemiyorum.

Bu arkadaşım şimdilerde ellisini geçmiş biri. Tıp okudu. Mesleğinde çok başarılı oldu.
Güzel bir ailesi ve işi var. Sektöründe saygı gören sözü ve ağırlığı olan biri.
Bu sohbetin üzerinden neredeyse 35 yıl geçmiş. O gün kendisini dövenler bu satırları okusa ne hisseder bilmek isterim. Ama biliyorum ki bazıları bugün hayatta değiller.
Bazıları da kim bilir nerelerdeler. O dayak arkadaşımda işe yaradı.
Yürümesi gereken yola döndü ve olması gereken yere vardı.

Kıssadan hisse; bence Sayın Devlet Bahçeli bu tür yapılardan uzaklaşıp kendi sorumluluklarına dönmelerinde fayda var.
Bu tür kişiler başkalarına hakaretler ederken, şiddet uygularken size eğlenceli gelebilir ama yarın dönüp aynısını size de yaparlar. Çünkü bunlar dengesiz ve sağlıksız oluşumlar. Yapılabilecek en doğru şey bu tür yapıları ıslah etmek, genç ve cahil kesimin bunlara özenip ellerinde harcanacak malzeme olmasını önlemek. Buda devletimizin görevi.

Bu hafta torba kanunu açacaktım ama torba kanunun hala muallakta olan yanları var.
O yüzden bu yazı dizime haftaya başlıyorum. Ama tüm kanunu incelediğimde şöyle bir kanaate ulaştım.

Bu torba kanun gereği iki ayda bir, 18 taksitte ödeme koşulu var. 36 ay vade gibi görünse de bunun vergi, ssk ve diğer borç taksitleri de olacağından 36 ay ödeme yapılması anlamına geliyor. Buna ülke ekonomisinin durumu ve pandemi sürecide eklenince torba kanunun sürdürülebilir olmadığı gün gibi ortaya çıkıyor.
Oysa
18 taksit yerine borcun büyüklüğüne göre üç yıl değil, on yıla kadar bölünebilseydi devletimiz, düzenli ve aksamadan vergi toplama imkânı bulacaktı.
Vatandaşta ödemede güçlük çekmeyecekti. Çünkü devletimiz uzun vadeli ödeme seçeneklerini spor kulüplerine, belediyelere ve kamu iktisadi teşebbüslerine tanıdı.
Demek ki olabiliyormuş.
E o zaman bu imkân neden vatandaştan esirgeniyor diye insan sormadan edemiyor. 
Piyasalar; ekonomik kriz, belirsizlikler, pandemi kısıtlamaları yüzünden bitme noktasına geldi. Böyle bir yapılandırma yöntemi uygulanabilir değil.
İnsanlar zaman kazanmak için ilk belki ikinci taksiti ödeyecek üçüncüsünde tökezleyecekler.
Sonrada yapılandırmalar bozulacak. Bu durumda 2021 de tekrar torba yasası konuşacağımız anlamına geliyor. Zaten hayatımız torbalara tıkıştırılmış. Bu torba olmaz başka bir torba buluruz karşımızda.
Haftaya konu konu bu kanunu sizler için açacağım.

Sevgi ve Saygılarımla.



Sayfa Adresi: http://www.menemeninsesi.com.tr/yazar/DERS-ALMAK-/1400